Londra ile ilgili bir çok turistik bilgiye ulaşmak mümkün. Ben biraz daha değişik şeyler yazayım dedim. Öğrendiğim ilginç şeyler ve günlük hayatta gördüklerimi özetlemek istedim:
– Shakespeare’in doğduğu ve öldüğü gün aynı. Yaşadığı kasabanın adı Stratford. Shakespeare, varlıklı bir ailenin oğlu. Babası eldiven yaparmış. Shakespeare, hayatı boyunca çok çalışmış. Toplamda 37 tane oyun yazmış, Globe isimli tiyatroyu yönetmiş, oyunlarda oynamış. Çok meşgul bir adammış. Ama insan olarak nasıl biriymiş, kimse bilmiyor. Şu meşhur resminin de ona ait olup olmadığı kesin değil.
– Ben’s Cookie gördüğünüzde bir kurabiye molası verin, çok güzel kurabiyeler var. Tanesi 1.4 pound civarı.
– Fortnam & Mason güzel, lüks bir mağaza. En üstünde de çay saati yapabileceğiniz bir tearoom var. (Bir sürü çeşit organik mısırdan oluşan bir kutu aldım. Mısırlar patladıklarında o kadar ufaklar ki, bir findıktan daha bile ufak.)
– Ritz otelinde çay saati geçirmeniz de mümkün. Çok istedim, ancak ceket zorunluluğu vardı. 2 saat boyunca oturuyorsunuz, sınırsız çay ve kuru pastalar, vs. Fiyat 40 veya 50 pound.
– Prenses Diana’nın sevgilisi Dodi El Fayed’in babasının kurduğu Harrods mağazası, 1883 yılında çok büyük bir yangın geçirmiş. (Tabii o zaman bu kadar büyük değil.) Tam da yılbaşı öncesiymiş. Ama tüm yılbaşı siparişlerini tam zamanında yetiştirmeyi başarmışlar. Bu hareketleriyle Londralılar’ı çok etkilemişler ve gönüllerini kazanmışlar. Bundan sonra, Harrods giderek daha da büyümüş. Dünyanın ilk asansörü, 1898’de burada yapılmış. Şu an çok pahalı ve popüler bir mağaza.
– Wasabi, ufak öğle yemekleri için güzel bir seçim. Taneyle sushiler alabileceğiniz gibi, karnıma sandviçten gayrı sıcak birşeyler girsin diyenler için, pilav ve soslu kızarmış tavuktan oluşan Chicken Katsu Curry önerilir. Ucuz, sıcak, lezzetli ve çok doyurucu.
– Picadilly Circus’ta Whole Foods var. İnternet bedava. Chinatown buraya çok yakın.
– McDonaldslar’da da Internet bedava.
– Eskiden kalan bir alışkanlık: Üç katlı evlerin en üst katları hizmetçilere veriliyor (şimdi de çocuklara). Ama çalışanlar eve bahçedeki mutfağa açılan kapıdan giriyorlar ve evin içinde ama ayrı bir merdivenle kendi katlarına çıkıyorlar. Böylelikle, ev sahipleri bazı çalışanlarını hiçbir zaman görmüyor bile. Oldukça snob bir durum tabii.
– Ne kadar büyük cam varsa, o kadar fazla vergi ödeniyor. (İrlanda’da da böyleydi.) O yüzden evlerin en üst katlarına, hizmetçilerin veya çocukların kaldığı odalara, daha küçük camlar koyuyorlar. Buna daylight robbing deniyormuş halk arasında.
– Acil hatlarda üç numara kullanılması ilk İngiltere’de başlamış. Acil hat: 999 (911’in muadili.) Boşuna arayanları tutukluyorlarmış. Örneğin bir kadın, bahçesine diktiği kardanadamın havuç burnu ve kömür gözleri çalındığı için 999’u aramış. 10 dakika sonra polisler gelmişler ve durumu anlayınca kadını tutuklamışlar.
– 4-5 sene önce şarkıcı Diana Ross, havaalanında güvenlikten geçerken söylenenlere karşı gelmiş. Polis gelmiş. İş büyümüş. O geceyi nezarethanede geçirmiş. Ertesi gün de Amerik’ya geri dönmüş. Bir daha da İngiltere’ye gelmem demiş. O tarihten sonra henüz gelmemiş.
– Mme. Tussaud Müzesi‘ndeki mumyalar gerçeğe oldukça yakın. Ancak çıkışta, neredeyse 10 dakika süren korku tüneli gibi birşey var. Gerçek insanlar birden çıkıp omzunuza, kolunuza dokunuyorlar. Sevimsiz birşey.
– Mme. Tussaud çok zengin ve çok güzel bir kadınmış. Sonradan Warick Castle‘ı da satın almış.
– Heathrow havaalanı en çok işleyen uluslararası havaalanı. (En çok işleyen havaalanı ise Chicago O’Hare.) Diana öldükten sonra, havaalanını ismini Prenses Diana havaalanı olarak değiştirmek istemişler, ama çıkacak masrafı düşününce vazgeçmişler.
– Londra’da ufak bir havaalanı daha var, Norfolk (veya Nortfolk) isminde. Kraliyet ailesinin uçakları buraya inip, buradan kalkıyor. Bir süre önce bir yolcu uçağı tamamen dalgınlıkla, Heathrow yerine bu ufak havaalanına inmeyi beceriyor. Şans eseri bir kaza da olmuyor. Ancak tekrar kalkamıyor tabii. Otoyoldan da gidecek hali yok. Bunun üzerine, uçağın tüm parçalarını söküp, Heathrow’a taşıyıp, orada tekrar birleştiriyorlar. İnanılmaz bir maliyet oluyor. Şimdi artık her uçağa, Heathrow’a inmesi gerektiği hatırlatılıyormuş, ne olur ne olmaz diye.
– İngilizler’in %90’ı toplu taşıma kullanıyor.
– Trafiği azaltmak için, Londra şehir merkezine giren her arabadan 10 pound almaya başlamışlar. Plakalardan otomobilleri takip ediyorlar ve ödemeyi yapmak tamamen şöförün sorumluluğunda. İster online bir şekilde ödesin, ister alışveriş merkezlerindeki kiosklardan… Yoksa cezası var.
– Olimpiyatlar bu sene 3. kez Londra’da yapılıyor.
– Krallar ve kraliçeler, kral veya kraliçe olduklarında kendi isimlerini seçme hakkına sahipler. Mesela Kate’le evlenen William’ın asıl ismi, William Arthur Louis Philip’miş. Arthur isimli krallar hep genç ölmüşler, onu geç. Louis, Fransız krallarını çağrıştırıyor, geç. Philip isimli kral hiç yokmuş. Muhtemelen Philip’i seçecek.
– Oxford Üniversitesi diye ayrı bir üniversite olduğunu sanıyordum, ama öyle değilmiş. Oxford’da toplam 39 farklı college var. Hepsi farklı konularda iyi. Oxford daha çok sosyal konularda iyi, Cambridge ise sayısal konularda. (Stephen Hawking Cambridge’de mesela.) Margaret Thatcher, Tony Blair hep aynı okuldan çıkmış (sanırım St. John’s College). Bill Clinton’ın kızı Chelsea de burada okumuş ve hem şehri, hem okulu, hem sistemi çok beğenmiş. Zaten Bill Clinton’ın da iki sene Oxford’da eğitimi varmiş. Clinton Oxford’u ziyarete geldiğinde, acayip tantana yapılmış, hazırlıklar olmuş. Margaret Thatcher buna çok bozulmuş, neden ben geldiğimde de böyle karşılanmıyorum diye. Çünkü seni sevmiyoruz demişler.
– Oxford’da üniversiteye kabul edilmek çok çok zor. Yapılan 3 farklı konudaki 3 sınavdan da ‘A’ almak gerekiyor. Prens Charles almış, ama Prens William alamamış. O yüzden Eton College’da okumuş. O da iyi bir üniversite. Bu arada, William’ın 24 saat yanında olan koruması da sınava girmiş, William ile aynı notu almış. (Düzeltme: Eton College bir üniversite değil, 13-18 yaş arası eğitim veren bir yatılı okul. Son derece prestijli. Eton mezunları genellikle Oxford ya da Cambridge üniveristesine gidiyorlar. Prens William, Eton kolejini bitirdikten sonra İskoçya’daki bir üniversitede okumuş. Prens Charles ise Cambridge mezunu. Trinity College mensubu.)
– Oxford’da çok zengin öğrenciler de var, normal halliler de. Eşitlik olsun diye ve trafik -park yeri sorununu çözmek amaçlı, öğrencilerin araba kullanması yasak. Şehirde herkes bisikletle geziyor.
– Tony Blair öncesi üniversite harcı; İngilizler için 3000 Pound, Avrupa Birliği ülkeleri ve Amerika-Kanada-Avustralya için 15.000-16.000 pound, diğerleri için daha da fazlaymış. Tony Blair bu harçları arttırmış. İngiliz öğrencilerinkini 9000 pound’a çıkarmış, diğerlerini de aynı oranda yükseltmiş. Bu hala çok tartışılan politik bir meseleymiş.
– Dünyadaki ilk üniversite İtalya’daki Bologna Üniversitesi, sonra da Fransa’daki Sorbonne. İngilizler de genelde bu okullara gidiyorlarmış. O dönemli Fransa kralı ile bir takım sorunlar yaşanınca, Oxford’da kendi üniversitelerini kurma kararı almışlar.
– Tolkien (Yüzüklerin Efendisi), Lord Byron hepsi Oxford’dan çıkmışlar.
– Stonehenge‘i (fotoğraftaki kayalar) kim, neden yapmış bilinmiyor. Nasıl yapıldığı da belli değil. 2000 yılında BBC, o zamanki teknolojiyi kullanarak, aynısını yapmaya çalışmış, yapamamışler. Taşların tanesi 4 ton ağırlığında.
– Londra merkezindeki Covent Garden’da (nam-ı diğer Londra’daki Beyoğlu), Jamie Olivier‘nin restoranı var. Gayet başarılı, özellikle antipastileri. Fiyatlar da makul. Tatlılar eh. Yine olsa, yine giderim.
– Her köşede Angus Steakhouse‘lar var. Fiyatlar çok yüksek, yemekler vasat. Kötü seçim bence.
– 1 haftalık metro kartı almak çok mantıklı, çünkü metroya her biniş (tek gidiş) 4.30 pound, can dayanmaz.
– V&A (Victoria and Albert) Museum‘u çok beğendim. Bayağı da vakit ayrılması gerekiyor iyice gezmek için. O da ücretsiz.
– British Museum da ücretsiz. Zaten dünyanın dört bir tarafından topladıkları eserleri sergileyip, bir de para isteseler ayıp olurdu. Adamlar resmen koca tapınağı taşımışlar. Bizim Nemrut, tamamen orada. Bir yandan da, acaba onlar taşımasaydı bu kadar korunur muydu diye düşünüyor insan. Müzecilik kavramı öyle gelişmiş ki. Her şekilde takdire şayan. British Museum çok büyük olduğundan 2-3 seferde gezebilirsiniz, biz öyle yaptık. Ücretsiz olması büyük avantaj.
– Tiyatro veya müzikale gidilecekse önceden bilet alınmalı, mesela 1 ay önceden. Son hafta da bilet bulunuyor ama birkaç seçenekten birini seçmek zorunda kalıyorsunuz. Her Majesty Tiyatrosu’nda Phantom of the Opera, gayet güzel. Biraz uzun sadece. Koltuklar oldukça dar. Yine de şiddetle tavsiye. Tepeden yer buldum diye üzülmeyin, hayalet tepelerde dolaştığı için, aşağıdakilerden daha bile keyifli oluyor seyretmesi.
– Harry Potter filmleri Oxford’da Radcliffe Camera’da çekilmiş.
– Prens William’ın ilk doğan çocuğu kız da olsa erkek de olsa, başa geçecek. Bu yeni kural. Eskiden; erkek çocuk varsa en büyük erkek çocuk, erkek çocuk yoksa da en büyük kız çocuk geçermiş. Avustralya ile birlikte karar verip bu kuralı değiştirmişler hepsi birden.
– Kraliçenin politik görüşü olamaz. (“She is above the politics.” diyorlar.)
– Bath, Londra’ya 2 saat mesafede bir küçük kasaba. Bath Üniversitesi oldukça iyi bir üniversiteymiş. Kraliçe Victoria Bath’dan nefret edermiş, çünkü 12 yaşında Bath’da yaşarlarken, bir vesile ile kalabalığın önüne çıkmış. Elbisesiyle dalga geçip, gülmüşler. Sonra bir daha asla Bath’a gelmemiş. Hatta tüm ülkeyi gezdiği bir seçim döneminde, komşu kasaba Bristol’a uğramış. Bath’dan geçerken trenin perdelerini indirmiş, hiç görmemek için.
– Nicholas Cage, Johnny Depp’in Bath’da evleri var. Nicholas Cage, bir ara maddi sıkıntı yaşadığında evi satmış. Johnny Depp hala geliyormuş, ilgilenenlere duyrulur.
– Kraliçe Elizabeth (şimdiki), hiç süpermarkete gitmemişmiş. 80li yıllarda birgün bunu farketmiş ve gitmek istemiş. Büyükçe bir marketi kapatmışlar. Market arabasını almış dolaşmış bir süre, peynir, oje falan almış, kasada ödeyip çıkmış:)
– Şehir merkezinde popüler restoranlara gitmeden önce rezervasyon yaptırmak iyi fikir. Yoksa da 45 dakika kadar bekleyip, oturabiliyorsunuz. Cumartesi günleri çoğu yerde rezervasyon almıyorlar.
– Windsor Castle, Londra’ya 32 km uzakta, kraliyet ailesinin 1000 senedir çok sevdiği ve oturduğu bir şato. Buckingham Palace’ı ofis olarak, haftasonu Windsor’u ev olarak kullanıyorlar. Kale, Thames nehrinin üzerinde. Eskiden, yollar yapılmamışken, Buckhingam’dan çıkıp, nehir üzerinden Windsor’a ulaşıyorlarmış. William kral olduğunda, hep burada yaşamayı düşünüyormuş.
– Windsor Castle‘a, vaktiniz elveriyorsa, gidin. İngiliz ihtişamını bizzat görebileceğiniz bir yer.
– Diana öldükten sonra (Diana’yı çok sevdiklerini söylemeye gerek yok), kraliçenin olduğu yerlere kraliyet bayrağı asmaya başlamışlar. Eğer İngiliz bayrağı yanında kraliyet bayrağı da çekildiyse, kraliçe orada demektir.
Buna benzer Singapur gezi notları için buraya, ayrıntılı New York gezi notları için buraya, Stockholm gezi notları için buraya, Palamutbükü – Hayıtbükü gezi notları için buraya ve buraya, Artvin gezi notları için buraya, Kıbrıs gezi notları için buraya, Söğüt Marmaris için buraya, Fatsa’nın doğusu için buraya, Amasra için buraya ve daha nicesi için buraya bakınız….
.
.
ne harkulade değil mi ?
gidenle görenle paylaşmak çok daha başkadır bu hisler !
Her ”insan’ın ” yaşayacağı bir ülke !!!
amma velakin, illaki vatanımız işte.. biliyorsun ……
Merhaba,
Cambridge Üniversitesi’nde de Oxford gibi College sistemi var ama yine de bir Cambrdige üniversitesi var, College’lar öğrencilere barınma ve sosyal imkanlar tanıyan birimler. Öğrenciler kabul almadan önce ilgi alanlarına göre College tercihi de yapıyorlar, yani bölümler, fakülteler, üniversiteye bağlı, College’a bağlı değil. Hocaları da College istihdam ediyor ama yine fakültede ders veriyorlar. ABD’de üniversiteye College diyorlar. Ben Cambridge’e geldiğimde çok farklı gelmişti bana, nedir bunun anlamı diye herkese sordum. Akademik anlamda üniversiteye öğrencilerin entegrasyonu ve Cambridge/Oxford kültürünü özümsemeleri için bir College aidiyeti var demişlerdi. Mesela undergrad’lerin College yurtlarında kalmaları zorunlu. Onun dışında herkes ilgilendiği spor, müzik veya diğer hobi alanlarına göre bu alanlarda en çok imkana sahip olan College’ı seçiyor. Her college’ın haftalık resmi akşam yemekleri var, college mensubu herkes, bütün bölümlerden, öğrenciler ve hocalar birlikte (tabi ayrı masalarda) yemek yiyorlar.
Ne güzel yazmışsın GIA. Oxford’u ben cok sevmiştim. Gerçi Temmuz’un ortasında gidip yağmura yakalanmıştım ama olsun;).
Toplantı için Magdalen College’e gitmiştim. Bize oranın odalarını tahsis etmişlerdi ve çok güzeldi. Sabah penceremin önünden birşey geçtiğinde korkmuştum, ama sonradan bahçelerinde (kocaman bir park) yaşayan geyiklerin bana günaydın demeye geldiklerini anladım;)..
Merhaba,
Gül’ün açıklamasına ek olarak 1-2 ufak düzeltme de ben önereyim. Eton College bir üniversite değil, 13-18 yaş arası eğitim veren bir yatılı okul. Son derece prestijli. Eton mezunları genellikle Oxford ya da Cambridge üniveristesine gidiyorlar. Prens William, Eton kolejini bitirdikten sonra İskoçya’daki bir üniversitede okumuş. Prens Charles ise Cambridge mezunu. Trinity College mensubu.
Üniversite harçlarının İngiliz öğrenciler için arttırılması ise yeni bir durum. (Biz öğrencilik sebebi ile pek alakadarız bu konuyla) Geçen sene, yani David Cameron döneminde ücretler arttırıldı ve öğrenciler ülkenin her yerinde eylemler yaptılar. Maalesef sonuç değişmedi.
Cambridge’den selamlar…
Bol keyifli geziler diliyorum.
Bir düzeltme: Arkeolojik bulgulara göre şimdilik dünyada bilinen ilk ve en eski üniversite Harran Üniversitesi’dir ve Anadolu’da bulunur. Sevgiler.
Merhaba,
Blogun cok akıcı. Çiğ beslenme derken kendimi burada buldum. Jamie Oliver Istanbul’da restaurant açıyor. Geocentric geçen hafta paylaştı. Haber vereyim dedim.
Sevgiyle kal.
Hoşgeldin Nilüfer:)
Ben de bir yerde okudum restoran haberini, iyi iyi, sevindirici bir haber bu…
çok güzel gerçekten anlatılmış hiç bir gezi yazısında yer verilmeyen ayrıntılara yer verilmiş.