Damar tıkayan kolestrol değil, şeker!

, GIA

Ben daha önce Taş Devri Diyeti ile ilgili de yazmıştım. Bu söylenenler de, onun tamamlayıcısı niteliğinde. Zaten ünlü kalp cerrahı Prof. Dr. Bingür Sönmez bu aralar televizyon kanallarında benzer açıklamalar yapıyor. “Sizi öldürecek olan kırmız et, yumurta değil, karbonhidrat diyor.” Yani hamur işleri ve özellikle şeker. Genel cerrah Prof. Dr. Kenan Demirkol da, aşağıdaki söyleşiyi gerçekleştirmiş. “Şekerle ilgili bilinmeyenler” demeyelim de, “şekerle ilgili bilinip de, bilinmezden gelinenler“… Ayrıca kendi sitesinde, akıllı beslenme ile ilgili söyleşisi de yer alıyor.

Gelirken bir arkadaşıma rastladım, kilolarından şikayetçidir hep. Ona “Canının istediğini ye ama çok hareket et” dedim. Yanlış mı yaptım acaba?
Sağlıklı kilo vermede spor asla yeterli olmaz. Bugün şişmanlık, kaloriye dayandırılıyor. Oysa kalori hesabı fiziksel bir özellik. Gıdaların kimyasal özellikleri de var. Siz sadece kaloriye baktığınız zaman o kimyasal özellikleri tümden yok sayıyorsunuz. Mesela bizim bugünkü konumuz da olan şeker kendi başına eklem kıkırdağını eriterek dizde kireçlenmeye yol açıyor ve o kadar yaygın ki bu hastalık! Diz protezi, kalça protezi yapılmasının başlıca nedeni şeker. Damarları tıkayan da sanılanın aksine kolesterol değil, şeker.

Yani şeker sadece kalorisi ve şişmanlatıcı etkisiyle zarar vermiyor, doğrudan kimyasal yapısıyla da tehlikeli. “Şeker yiyeyim oradan aldığım kaloriyi başka yerden kısarım” demek çok yanlış…
Kesinlikle.

Peki ne kadar şeker kullanabiliriz?
Günde 8 kesme şeker hakkınız var. Başka hiçbir meyve ya da bal, reçel yememişseniz tabii.

Ben sabahları bir tatlı kaşığı bal yiyorum…
O zaman 6’ya iniyor şeker hakkınız. Bal ağırlıklı olarak fruktoz içerdiği için, yiyeceğiniz meyveyi de üçte bir oranında düşürmeniz gerekir.

Peki hangisi daha zararlı? Tuz mu, şeker mi?
Kesinlikle şeker.

Tuz için de “Günde en fazla 6 gram alın” deniyor...
Tuz konusunda yeni çalışmalar var, bugüne kadar yapılan kısıtlamaların çok da doğru olmadığını gösteren… Mesela siz tuzu terle vücuttan atabiliyorsunuz ama şekeri atamıyorsunuz. Şeker direkt olarak size popo ve karın yağı olarak geri dönüyor. Oralarda depolanan yağın ise getirdiği bir sürü olumsuzluk var. Kalp hastalığı, damar sertliği gibi…

İyi ama bazı dönemlerde tatlı yeme ihtiyacı artıyor insanın. O zaman ne yapacağız?
Vücudun şeker talebi yoktur. Ama biz sürekli şekerle beslendiğimiz zaman, vücudumuz zararlı olduğunu bildiği için şekeri metabolize edecek olan insülini hazır bekletir. Dolayısıyla sürekli fazla şeker ya da nişastayla beslenen kişinin açlık kan insülin düzeyi yükselir. Açlık kan insülin düzeyi yükseldiği zaman kan şekeri düşer. Kan şekeri düştüğü zaman, “Eyvah kan şekeri düşüyor” sinyalini vücut size nasıl yansıtır? Mide özsuyunu salgılatarak, size açlık hissettirerek… O yüzden de siz aşerirsiniz. “Reçel kavanozu nerede?” diye aranmaya başlarsınız. Halbuki 100 yaşını aşan insanların ortak özelliği nedir diye bakıldığında açlık insülin düzeylerinin düşük olduğu görüldü.

Yani uzun yaşamanın temelinde şeker yememek yatıyor…
Evet. Açlık insülin düzeyini düşük tuttuğunuz oranda sağlıklı ve uzun yaşarsınız. 1700 yılından kalma İngiltere’ye ait istatistikler var elimizde. Kişi başına yıllık bildiğimiz şeker tüketimi ne kadar biliyor musunuz? 5 gram! Yani yaklaşık 1 kesme şekeri kadar. Kesme şekeri 4 gram gerçi ama… Demek ki, şeker bir ihtiyaç değil. Tam tersi, sonradan tamamen alışkanlık olarak soframıza girmiş. 1801 yılında şeker pancarından da şeker üretilmeye başlanmış ve Almanya’da ilk pancardan şeker üreten fabrika kurulmuş. Sonra bütün Avrupa’da ard arda şeker fabrikaları açılmış. 1815 yılına gelindiğinde İngiltere’de kişi başına şeker tüketimi, 115 yıllık süre içinde tam bin 200 kat artmış ve 6 kiloya çıkmış. Bugün Orta Avrupa’da yıllık kişi başına şeker tüketimi bir kişinin kendi beden ağırlığından fazla; tam 70 kilo! Ve 1815’ten günümüze kadar şeker tüketim artış eğrisiyle, kanser, kalp hastalığı, inme, diyabet ve obezite gibi kronik hastalıklarda artış eğrisi bire bir örtüşüyor.

Merak ettim, siz şeker kullanıyor musunuz?
Hiç. 38 senedir ne çayıma ne kahveme şeker koyuyorum. Onun dışında tatlı hiç yemiyorum.

Ama hep denir ki şeker, yani glikoz beyin hücrelerini çalıştırır…
Doğru, çok iyi hatırlattınız. Eritrositin, omurilik ve beyin hücrelerinin enerji kaynağı glikozdur. Ama şeker yiyerek daha akıllı olmuş bir insan gördünüz mü siz? Çünkü vücut gereksinim duyduğu o glikozu yağdan da, proteinden de kendisi üretmeyi becerebiliyor. Mesela spermin enerji kaynağı fruktozdur. Peki siz hiç çok meyve yiyen müthiş bir erkek gördünüz mü? Göremezsiniz, çünkü testis hücresi spermin ihtiyaç duyduğu fruktozu kendisi üretir. Fruktoz çok dikkatli alınmalıdır. Çünkü, şeker pancarından veya şeker kamışından elde ettiğimiz şeker, yani bilimsel adıyla ‘sakaroz’ (bir yapay tatlandırıcı olan sakarinle karıştırılmamalı) iki ayrı molekülden oluşan bir birleşik moleküldür. Sakarozu biz yer yemez vücudumuzda glikoz ve fruktoza ayrışır. Glikoz kan şekerimizin de adıdır. Hemen kana karışır ve kan şekerini yükseltir. Vücudumuz şekerin zararlı olduğunu bildiği için korkudan hemen insülin salgılar.

Nasıl?
Eğer çok fazla miktarda şeker yemişsek, gereğinden fazla insülin salgılanır. İnsülin o şekeri hemen alır vücudun bir enerji açığı varsa kısmen enerjiye dönüştürür. Ama insan vücudu çok tasarruflu bir biyolojik bünye. Çok az enerjiyle çok işler yapabilir. Mutlaka yediğiniz şekerde bir fazlalık olacaktır. Bu fazla şeker, insülin aracılığıyla ya kas ve karaciğerdeki şeker depolarına götürülecek, ki vücudumuzun şeker deposu 120 gram kadardır ve orası da sürekli doludur, hiç boş kalmıyoruz çünkü, ya da insülin bu şekeri alacak ve yağa dönüştürecektir. Dolayısıyla sizin yediğiniz şeker vücudun değişik bölgelerinde yağlanmalara sebep olacaktır. Ama insülin salgılanırken bir de leptin denilen tokluk hormonu salgılanır. Dolayısıyla belli bir miktar glikoz yedikten sonra vücut “Pes” diyor, “Artık yeme!” Doyuruyor sizi. Yani hiç olmazsa şekerin glikoz bölümü bir derecede tokluk yarattığı için daha fazla şeker yemenizin de önüne geçmiş oluyor. Şekerin ikinci bölümü olan fruktoz ise; insülin salgılatmadığı için tokluk hissi de yaratmaz. Dolayısıyla sınırsızca yiyebiliriz. İşte bu çok tehlikeli. Fruktozun günde 15 gram kadarı vücudumuzda değişik kimyasal süreçlerde kullanılabiliyor. Eğer bundan fazla fruktoz alınırsa karaciğerde trigliserite dönüşür. Trigliserit kan yağıdır. Hem karaciğer yağlanmasına, hem damar sertliğine, hem de vücudumuzun yağlanmasına yol açar. Amerika’da son 30-35 yıldır ortaya çıkan obezite salgını, meşrubatların, bisküvilerin, dondurmanın ya da diğer tatlıların mısır şurubuyla, yani fruktoz ağırlıklı üretilmiş olmasına bağlanıyor. Çok şükür biz de Amerikanlaştık! Çünkü bizde de mısırdan tatlandırıcı üreten 5 fabrika var. Baklava şerbeti bile artık mısır şurubundan üretiliyor… Böylece eskiden baklavayla şişmanlamamızdan daha fazla şişmanlamamız sağlanmış oldu.

Ama meyvedeki fruktoz doğal?
Doğal sözcüğüne bayılıyorum. Akrep zehiri de doğal, bir porsiyon ister misiniz? İster dondurmadan ister elmadan alın, fruktoz fruktozdur. 15 gramdan fazlası alındığında yağa dönüşür, kolesterolü oksitleyerek damar sertliğine yol açar. Ama yine de meyvenin meyve suyuna üstünlüğü var. Meyve suyunda hiç posa bulunmadığından, fruktoz tümüyle emilirken, meyvedeki posa fruktozun hiç değilse bir bölümünün emilmesini engellemektedir. Ama posa da meyveyi tümüyle masumlaştırmamaktadır. Yani siz fazla meyve yiyerek kendinize iyilik ettiğinizi düşünüyorsunuz. Ama bir avuç trigliserit elde ediyorsunuz.

Bu trigliseritin önemi ne peki?
Kolesterol masum bir maddedir. Ve bütün hormonlarımızın hammaddesidir. Sizi kadın, beni erkek yapan kolesteroldür. Kolesterol olmazsa hormonlarımız olmaz. Nitekim sıfır beden mankenlerimizin kolesterol almadıkları için hormonları çok azalır ve adetten kesilirler. Ve maalesef tamamen sağlıklarını kaybederler. Anne sütü o yüzden kolesterolden zengindir. Doğa kendi kendine zarar vermez. Çocuğun kolesterole ihtiyacı var ki, anne sütünde de kolesterol var. Ama eğer siz kolesterolün oksitlenmesine yol açarsanız o zaman damar sertliği olur. Dolayısıyla kolesterolün kendisi zararlı değil, oksitlenmiş kolesterol zararlı. Kolesterolü oksitleyen dört madde var. Bunlardan biri de fruktoz. Dediğim gibi sihirli sınır da 15 gram fruktoz. Diyelim ki biz bir restorana gittik ve Sayın Başbakan’ın önerdiği gibi bonfilenin yanında bir bardak şarap içmedik, sağlıklı olalım dedik, o yüzden bir bardak taze sıkılmış portakal suyu içtik. Bir bardak portakal suyunda yaklaşık olarak 60 gram şeker, 30 gram fruktoz vardır. Bu miktar ise 15 gram sınırını aşıyor. Dolayısıyla yemekte bonfileden aldığımız kolesterol meyve suyundan veya meyveden aldığımız fruktozun fazlasının karaciğerde trigliserite dönüşmesi sonucu oksitlenerek damar sertliğine yol açıyor. Yani ne olur şarapta kalalım! Çünkü şarap antioksidandır. Özellikle kırmızı şarap. Beyaz şarap beyaz üzümden, kırmızı şarap kırmızı üzümden yapılır diye bir ayrım yoktur. Kırmızı şarabın önemi, üzümün kabuklarıyla birlikte ezilip mayalanmasından gelir. O yüzden beyaz şaraptan daha değerlidir. Çünkü üzümün kabuğunda antioksidan bir sürü madde vardır ve bu antioksidanlar da damar sertliğine ve kansere karşı koruyucudur.

Çoğu beslenme uzmanı meyve ve sebze serbest diyor…
Bir kere meyve ve sebze aynı satıra yazılmayı hak etmiyor. Meyveden almak istediğimiz tüm antioksidanlar, vitaminler ve mineraller sebzede de var. Halbuki meyvede, sebzeden farklı olarak oksitleyici şeker mevcut. Burada Taş Devri Diyeti önerenlere bir hatırlatmamız olmalı. O dönemki meyvelerin şeker içeriği bugünkü meyvelerden üç kat daha azdı. Kültür bahçeciliği ile biz meyveleri giderek şekerlendirdik. Yani 10 bin sene önce elmanın şeker içeriği bugünkü domatesin şeker içeriği kadardı. Biz aslında meyveleri sağlığımıza zarar verecek hale getirdik. O yüzden Taş Devri Diyeti’nde “İstediğiniz kadar meyve yiyin” deniyor. Ama hayır. Meyve sakıncalı. İçindeki fruktoz oranı yüzünden sakıncalı. Şimdi gelelim yine Başbakan’a… Başbakan, alkol içeceğinize meyve yiyin diye bilime son derece aykırı bir ifade kullandı.

Vallahi ben yıllardır Başbakan’ın söylediği gibi yapıyorum. Hiç içki içmiyorum ve çok meyve yiyorum. Özellikle de üzüm...
Ve kendinize zarar veriyorsunuz. Çünkü bütün meyveler hem glikoz hem fruktoz hem de o ikisinin birlikteliğinden oluşan sakaroz içerir. Unutmayın, bugün Amerika’da alkole bağlı sirozdan daha çok, karaciğer yağlanmasına dayalı sirozdan karaciğer nakli gereksinimi duyuluyor.

Öyleyse ne kadar meyve yiyebiliriz?
Meyveleri, az, çok ve orta şekerli diye, tabii ki geçişler var ama kabaca üçe bölmemiz mümkün. İlkbahar meyveleri, kiraz, vişne, erik, kayısı bir dereceye kadar az şekerli meyveler arasına giriyor ve başka hiçbir şeker tüketmediyseniz, yani hiç pasta kek yemediyseniz, çayınıza, kahvenize şeker katmadıysanız, günde 400 gram bu meyvelerden yiyebilirsiniz. Elma, armut, şeftali, portakal mandalina orta şekerli meyveler sınıfına giriyor. Bunlardan da 300 gram yiyebilirsiniz. Ama yine çayınıza, kahvenize hiç şeker koymamış , sabah kahvaltıda bal ve reçel yememiş olmak koşuluyla. Eğer yediyseniz onları da bu miktardan düşmek gerekir. İncir, muz ve üzüm gibi çok şekerli meyvelerden ise günde en fazla 200 gram yiyebilirsiniz. Yani yaklaşık olarak 3-4 incir, bir muz gibi…

Peki ya karpuz ve kavun?
Karpuz az şekerli meyve sınıfına giriyor. Kavun da az şekerli ile orta şekerli arasında… Ama ben biliyorum ki mesela “Yazın ne yemeli?” diye bir diyetisyene sorduğunuz zaman, “Hafif yemeli. Mesela beyaz peynir ve karpuzla öğlen yemeğini geçiştirmeli” der. Tebrik ederim, yapmanız gereken en son şey bu. Çünkü beyaz peynirden aldığınız kolesterolü karpuzdan aldığınız fruktozla oksitleyerek damar sertliğine yol açmış oluyorsunuz. Ama buna karşın yağsız bir kuzu şiş yeseniz, yanında da bir bardak şarap içseniz hiçbir damar sertliği olmaz… Bu arada, sorunuza gelecek olursam, karpuz bir dilim yenir, ama bir dilim karpuz yiyen insan görmedim şimdiye kadar. Halbuki en fazla 400 gram, yani bir dilim yenmelidir. Fazlası sağlığa zararlıdır.

Yani içki meyveden daha mı ehven-i şer?
Alkol sınırını Dünya Sağlık Örgütü belirledi. Alkol karaciğer için bir toksik maddedir. Bu kesin. Bu toksik madde karaciğerde detoksifiye ediliyor, yani zararlı etkisi ortadan kaldırılıyor. Ama karaciğerin de bir sınırı var. Erkekte bu sınır, günde 20 gram alkoldür. Kadında ise yarısıdır; 10 gram.

Peki neye tekabül ediyor 20 gram alkol?
Bir duble rakıya tekabül ediyor günde. Veya 300 ml. biraya (bir şişe), veya 100 ml. şaraba (küçük bir kadeh). Bu arada kadınlara bu oranların yarısını, mesela yarım kadeh şarap öneriyoruz. Özellikle şarap az içildiği takdirde hem damar genişletici etkisinden dolayı dolaşımı rahatlatır, hem de antioksidan içeriği açısından kansere, kalp hastalığına ve damar sertliğine karşı koruyucu etki gösterir. Bir küçük kadeh şarap içmek, her gün de içilse sağlığa katkı sağlar, zarar vermez. Ha, dini açıdan buna yaklaşırsanız, ben din bilimcisi değilim. Ama sarhoş olmanın yasak olduğunu biliyorum. Eğer din alkolü kesin bir şekilde yasaklıyor olsaydı, yediğimiz her meyvede çok az miktarda alkol var, meyveyi de yasaklardı.

Ama bilim de alkole bir sınır, dolayısıyla bir yasak getiriyor…
Elbette.

Peki neden kadın-erkek ayrımı var?
Kadının metabolizması farklı. Bunun yüzde 100 şu nedenle olduğu söylenemiyor. Ama kadınlarda daha düşük orandaki alkolün karaciğerde hasara sebebiyet verdiği saptanmış durumda. O yüzden Dünya Sağlık Örgütü, üst sınır olarak erkeğe günde 20 gram alkol önerirken, kadına 10 gram alkol öneriyor. Yani yarısı kadar…

Peki haftanın üç günü birer kadeh içilse?
Bu soru çok sık soruluyor bana. “Ben 6 gün içmeyeyim ama 7’nci gün dört duble içeyim” diye… Hayır. Önerilen dozun her aşıldığı durum ciddi bir darbe vuruyor karaciğere. O yüzden her gün için ama bu sınırı dikkate alın.

Ben hiç içmiyorum…
Bence her gün yarım kadeh kırmızı şarap sağlığınıza olumlu etki sağlar. Rahatlatır, sonra antioksidan kaynağı olarak çok önemlidir. Alkolün sınırlarını bilip o sınırlara özen gösterirseniz, şaraptan veya rakıdan korkmanız gerekmiyor. Ama sınırınızı bileceksiniz.

Peki içkinin fazlası ne yapıyor vücuda?
Bir kere kalorisi yüksek olduğu için kilo fazlalığı yapar. Yani bütün o şişmanlığın getirdiği olumsuzlukları yanında taşır ama her şeyden önce karaciğeri zehirler ve karaciğer yetersizliğine neden olur. Tıpta, matematik gibi eşittir işareti hiç yoktur. Yani “Sen şunu yaparsan şu olursun!” Siz doğada bir ağacın üzerinde tıpkı iki yaprak gördünüz mü? Hep bir biyolojik değişim vardır. Ama çok ender olarak eşittir işareti vardır tıpta da. O da alkolü fazla tüketirsen karaciğer yetersizliği gelişir. İki artı iki eşittir dört gibi…

Pin It

14 yorum

  • Her şeyin başı spor. Düzenli spor yapın hiç bir sorun çıkmaz.

  • Daha önce de okumuştum bu yazıyı. Zaten yaklaşık 10 senedir içeceklerime şeker eklemem. Fakat meyveyi kilolarca yiyebilirdim. Bu yazıdan sonra elim geri geri gidiyor açıkcası. Tatlılarda Splenda kullanmaya başladım zaten Dukan’la beraber. Kalp Vakfı da bu ürünü destekliyor ve zararlı tatlandırıcılar olarak bilinen aspartam ve sakarin içermiyor. Başta ben bu ürüne de önyargılı yaklaştıysam da doktorumuz da tavsiye edince kullanmaya başladım. Tabii yine de tedbiri elden bırakmayıp abartmıyorum miktarını.

    • Sen yine de Splenda’yı da mümkün olduğunca az kullan Simla, o da konuçta kimyasal birşey. İleride ne olacağı, hakkında neler çıkacağı belli değil.

      Biraz da işin ruhunu kaçırmamak lazım (Ben daha önce kendimi böyle durumlarda çok buldum da): Mesela muz, üzüm veya incir şekeri çok yükseltiyor diye kafamıza yer ediyor ve onlardan uzak duruyoruz. Ama canımız tatlı istediğinde kalkıp bir güzel çikolata yiyoruz, birkaç baklava atıştırıyoruz veya gidip hamburger-patates yiyoruz. Ama bu sırada büyük bir istikrarla muz-incir-üzüm yememeye devam ediyoruz:) O zaman komik oluyor işte.
      Yani bana kalırsa, meyve konusunda bir sınır koymak, tamamen kontrollü bir hayata geçildikten sonraki kural olmalı.

  • Merhabalar:)
    Zevkle okudum yazıyı. Teşekkürler paylaştığınız için:)
    Ben şu an karbonhidrat diyeti yapıyorum. Bu yazı da benim diyetime paralel pek çok şey içeriyor. Diyetimde et, süt, yumurta yani proteinler sınırsızken meyve, sebze, baklagil ve hamur işi çok ölçülü miktarlarda tüketiliyor. O kadar huzurlu ve rahatım ki bu diyetle. Aç kalmıyorum, mutsuz hissetmiyorum. Dışarı çıktığımızda 1 porsiyon istediğim gibi et ve 1 bardak şarap içebiliyorum. Ortama uyum sağlayabiliyorum yani. Diyette olduğum için hayattan soyutlanmıyorum. Keşke daha önce başlasaymışım diyorum. Daha çok yeniyim. Şekeri azaltmak çok fark yaratıyor. İki haftada karaciğerimdeki yağlanma bayağı azaldı.
    Bu yazı da bana daha iyi hissettirdi:)
    Tekrar teşekkürler:)

  • Gülfemcim bu kadar güzel bilgileri gündeme getirdiğin için teşekkür ediyorum.Ben her zaman vücudun asla şekere ihtiyacı olmadığını vurgularım.Benim de en çok kızdığım şey pilav/makarna/ekmek vb. şeyleri diyetten çıkarıp malesef kek,kurabiye,çikolata ve pastanın yemeye devam edilmesi.
    Bir de en çok karşı olduğum şey katı meyve sıkacakları!Elimde olsa piyasadan toplatırım onları.Meyveyi sebzeyi posasıyla yemek varken iyice rafine hale getirmek ne kadar gereksiz ve yanlış bir davranış.1 bardak elma suyu en az 3 elmadan çıkıyor :( gelsin şeker..gelsin kaloriler..gelsin şeker bağımlılığı..gelsin insülin direnci…

  • Çok önemli bilgiler içeren bir yazı. Ben de biraz stres yapıyor tabii bunlar:( Kesme şeker neredeyse 4-5 yıldır kullanmam çok şükür. Ama çikolataya düşkünüm.. Ve de önüme sunulmuşsa kurabiye-kek-börek çok zor reddedebiliyorum. Ben reddetsem, eşim maaşallah götürüyor sinir oluyorum :)

    • Aslında ne iyi olurdu değil mi, herkes aynı bilince sahip olsaydı ve artık kurabiye-kek-börek yerine daha farklı şeyler ikram edilseydi. Ne bileyim, salata çeşitleri, sebzeli atıştırmalıklar, kuru meyveli atıştırmalıklar, vs. Hatta belki çorba:) Neden olmasın?

  • Geçenlerde kızımı arkadaşının doğum gününe götürdüm. Evde yapıyorlardı. Annelere de ayrı masa hazırlamıştı ev sahibi. Meğer o da diyetteymiş ve sunduğu herşey çok iyi geldi. Bol bol değişik salatalar vardı. Hamur işleri bile olabildiğince hafifti. Tam tahıllı undan ve yağsızdı mesela. Çok hoşuma gitti. Özellikle teşekkür ettim. Diğer hanımlar ne düşündü bilemiyorum ama:D

  • Şeker konusundaki hassasiyeti doğru bulmakla birlikte meyve tüketimi konusundaki görüşlerine katılmıyorum hocanın. Zaten meyve tüketimi konusunda yeterli özeni göstermiyoruz. Canımız tatlı istediğinde elma yerine çikolataya koşuyoruz. Meyve konusunu biraz abartılı buldum. Ayrıca alkol yerine kullanılabilecek başka antioksidanlar var. Alkolün zararlarını göz ardı ederek vazgeçilmez, hayati bir gıda olarak takdim etmek doğru bir yaklaşım olmasa gerek. Karaciğer (hepatoloji) uzmanları alkolün karaciğere zarar verdiği konusunda hemfikir. Osman Müftüoğlu da bir programda her gün bir kadeh kırmızı şarap alınması gerektiği görüşünün yanlış olduğunu kalp ve damar sistemine sağlayacağı yararın verdiği zararlara nazaran çok az olduğunu bu bakımından kullanılmaması gerektiğini söylemişti.

  • Merhaba
    Allah’ın bu kadar sebzeyi meyveyi bizim emrimize amade kılıdığı şu mükemmel dünyada kalkıp meyve yemenin zararlı olduğunu duşunmek bana mantıklı gelmiyor.
    Günes sıcak isitiyor ve bir cok şey icin emrimizde değil mi? Ama guneşin altında saatlerce beklersek pek tabi guneş nimet olmaktan çıkar bizim icin.
    Su eşsiz bir hazine ama gunde litrelerce litrelerce su icersek sanirim o da bir nimet olmaz bizim icin.
    Meyve için de böyle dusunuyorum. Allah eger onu yarattiysa ve bizim emrimize sunduysa olcusunu bilerek yemekten sakinca cikmayacak.
    ve bilmem hangi bilimsel aciklama hangi bilimadami ciksa da karsima mantik bu dur o yuzden degismez ve beyefendinin soyledikleri pek gerekli gemedi bana.
    Bilim ilerlemeli tabikide golgeler altinda kalmadan ama;)
    Sevgilerimle

    • Naz zaten doktor ağzınıza meyve sürmeyin demiyor ki. Aynen senin de bahsettiğin şeyi söylüyor: Kararında yiyin diyor.
      Maalesef, bilim her zaman sipariş usulü sonuçlar bulmuyor. Veya sizin tamamen aklınıza yatan sonuçlar… Herkes sonuçları kendi süzgecinden geçirip alacak.
      Unutmayın ki, bizim emrimize amade kılınan bir salkım üzüm, bir şeker hastasını dönülmez bir yola sokabiliyor.

    • Naz kardeşim çok doğru demişsin. Beyefendi hiç duymamış galiba. Dinimizde bütün kötülüklerin anası içkidir diye bir deyim var. Ben din bilimci değilim diyor müslümansan olmana da gerek yok. Ha müslüman değilsen sana bir sözüm yok ama müslümanlarada ısrarla şarabın faydalı olup meyvenin zararlı olduğunu idda etmemin bence doğru bir tarafı yok.
      45 yaşıma girdim şimdiye kadar bu kadar mantıksız bir yazı okumadım.

  • BİLGİLENDİRDİĞİNİZ İÇİN ÇOK TEŞEKKÜRLER. GERÇEKTEN BENİM İÇİN YENİ VE FARKLI BİLGİLER VAR SAYFANIZDA. MEYVEYİ HİÇ BÖYLE BİLMEZDİK… AMA HER NE KADAR DİNDAR OLMASAM DA, YİNE DE ŞARABIN KARACİĞERE ZARARI VAR DİYOR BAZI DOKTORLAR. BU YÜZDEN İKİLEME DÜŞTÜM, İÇMELİ Mİ YOKSA İÇMEMELİ Mİ?

    • Gorani, alkolün fazlası her zaman zararlı biliyorsun vücuda. Kana çok hızlı şekilde, glukoz olarak karışıyor, karaciğeri yoruyor. Hiç içmemek gibi bir karar çok gaddarca olabilir, ama çok sık olmamak kaydıyla bir kadeh içebilirsiniz diye düşünüyorum. Nasıl ki, her gün her gün tatlı-şeker-çikolata yememeye çalışıyor, ama arada bir güzel bir dilim pasta yiyip vücudumuza zarar veriyoruz; aynı hesap.

Bir yanıt yazın

(E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.)

/>

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

Günün Önerisi: Sebzeli Lazanya

Popüler Yazılar

Ratatouille (Ratatuy)
Karnabahar Pizzası
Hazır Yufkadan Katmer tarifi
Evde tel şehriye yoksa???
Karadeniz'den Mısır Ekmeği tarifi
Soğanlı Yumurta tarifi (Saray Usulü)
Un Helvası tarifi
Un (Yalancı İşkembe) Çorbası tarifi
Tavuk Marinesi (Terbiyesi) tarifi
Soğan Kızartması tarifi

Bloga e-posta ile abone ol

Bu bloga abone olmak ve e-posta ile bildirimler almak için e-posta adresinizi girin.

Diğer 762 aboneye katılın